8 Ocak 2012 Pazar

HİÇBİR YERDEN İLK İZLENİMLER

08.01.2012


Merhaba…


Adım İlker…Bu boktan hayattan çok sıkıldım, önümde iki seçenek vardı; intihar etmek ya da yazmak…Ben ikincisini seçtim.


Elim kalem tutmaya başladığından beri yazıyorum. Sistemin dikte ettiği sembollerle yazmaya ise coğunluğunuz gibi 1inci sınıfın ikinci yarısında başladım. Yazmanın ayrıcalıklı bir iş olduğunun farkına ise 23 - 24 yaşlarımda, çok sıkıntılı olduğum bir gece sabaha kadar hiç durmadan aklıma gelen ne varsa yazıp, içimin tüm kirini pasını akıtabildiğimi anladığımda vakıf oldum.


Büyük saygı gösterdiğimiz, el üzerinde tuttuğumuz, sisteme entegre kallavi yazarlarımızın yazmaya başlama miladının, yani paraya dönüştürebilecekleri ilk yazınlarını, yazmaya başlama tarihlerinin aksine ben annemin duvar kağıtlarının üzerine karalamaya başladığım anı milad alıyor, onları tarihin içinde kaybolmuş, anonimleşecek eserlerim olarak görüyorum zira onlar zihnim geri döndürülemez şekilde kirlenmeye başlamadan, bağımsızca yazdığım yegane eserlerdi.


Evet ne diyorduk? Hayat çok boktan ama çok tatlı kızlar var.


Tek bir çıkış noktası var bu sarmaldan, ya da bu sarmalın içinde kalmaya ikna eden tek şey bizleri; o da bu tatlı kızlar.


Yine de hayatın bom bok olduğu konusunda hepimizin aynı fikirde olduğundan şüphem yok, bu boktan hayatın aslında direttiği ama bizlere sunuyor gibi yaptığı vasat yaşam tarzlarından başka alternatifleri olduğunu algılayamayan, mevcut kullanım kapasitesinin de altında bir kapasitede aklını işleten-işletebilen çoğunluk dışında tabii.


Bu arada, bu noktada bir şerh koymak istiyorum, ve Seren Yüce'ın ilk filmi, ödüllü "Çoğunluk'u" tavsiye ediyorum, korkularınızla yüzleşmenizde faydalı olacaktır. Film boyunca merak etmeyin diye şimdiden söyliyeyim her festival filmi gibi bu örneği de birden bire, uzun bir uzak çekimden sonra bitip insanı sik gibi ortada bırakıyor.


"Sik gibi ortada bırakmak" da ne hatalarla dolu bir kalıp, hangi sik ortada ki, cinsel uzuvlarımızı her iki cins olarak da büyük bir hezeyanla saklamıyormuşuz gibi sanki. Bu konuda paradoksalarımızın ise sonu gelmiyor, "yiğidin malı meydanda olur" var mesela değil mi? Bunu neden penisimize endeskledik acaba? Bana kalırsa burada kast olunan mal, maddi varlığını gizleyip saklamamak olmalı ya da ne bileyim, fikirlerini açıkca ifade etmekden çekinmemek de olabilir. Yiğitlikle teşhirciliğin nasıl bir bağlantısı olabilir ki? Bir an için kast olunanın penisimiz olduğunu düşünelim; bu nasıl paradoksdur ki, hem yiğitlikten dem vurup hem sürekli fermuarımızı kontrol ediyoruz. Bir paradoks da hem malın ortada olmasını savunup hem de malı ortaya koyunca bu duruma teşhircilik demek değil mi? Ayrıca piyasada gerçek anlamda maddi değer karşılığı olan ve en basit kavrayışla en çok gideri olan, en çok pirim yapan ürün vajinayken, nasıl olur da penisi mal olarak kabul edebiliriz.


Vajinanın alınıp-satılabilen, kiralanabilen bir şey olması nasıl bir cilvesidir hayatın, o nasıl bir cilvedir ki her kadının bir tüccar olarak doğmasına vesile olmuştur. Evet kapitalizmin özü vajinadır, hatta mülkiyetin başlangıcı da vajinaya dayanır. Her vajinanın bir bedeli vardır ve bu bedeli ödemeden kullanmaya kalkmak hem tam kapasitesinde kullanamamakla sonuçlandığı gibi üstelik kanun hükmünde de güvence altında olup, hukuksal yaptırımlarla da korunmaktadır.


Her vajina piyasaya arz olup, mülkiyeti gayri resmi olarak vajinanın sahibinin sevgilisine, resmi olarak ise evlilik sonrası, kontratlı olarak kocasına aittir. Kontratı bozmanın ise yine hukuksal yaptırımları olacaktır. Aynı anda resmi mülkiyet altında olan bir vajina gayri resmi mülkiyete de açık olabilir, konu vajina sahibinin kişisel tercihlerine kalmıştır.


Olayı küçük bir deliğe endesklemiş gibi göründüğümün farkındayım fakat, küçücük bir delikle dünyaya hükmedebilme ihtimali söz konusuyken bu konuya kayıtsız kalmam beklenemezdi.


Gözden kaçmamalıdır ki bu ürünün sahtesi bile piyasa da zaman zaman ve kişisel tercihlere bağlı olarak en az orjinali kadar değer sahibi olabilmektedir. Nerede görülmüş bir ürünün sahtesiyle-gerçeğinin aşağı yukarı aynı fiyata gittiği.


Neyse…Sıyrılalım bu konudan yavaş yavaş.


Ne diyorduk? Adım İlker…31 yaşındayım, bu boktan hayattan çok sıkıldım. Önümde iki seçenek vardı; intihar etmek ya da yazmak…Ben yazmayı seçtim.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder