10 Şubat 2012 Cuma

Hepimiz aynı sefaletin parçalarıyız, varlığımızla bu sefaleti kendimiz yarattığımızdan bilinçsiz bir halde, aslında çıkışı olmayan bu düzeneğin içinde birbirimizin tepesine basarak yükselmeye çalışıyoruz. Dünya ve yaşam alanı sandığımız şey aslında bir karınca çiftliğinden ibaret. Bizi bu sefaletin içinde, bilinçsizliğimizden beslenerek tutabiliyorlar. İdrak yeteneğimizi bir kenara bırakmamızı sağladılar. Olayları olduğundan daha karmaşık göstererek, bizden çok daha üstün bir gücün egemenliği dışında var olamayacağımız ve yaşam alanımızı kontrol edemeyeceğimiz düşüncesine mahkum ettiler üstelik de bilinçaltımızda yaptılar bunu. Bilincimizde gerçeğin tam aksine tamamen özgür ve bağımsızız ve işte sonuç; kocaman, uçsuz bucaksız bir karınca çiftliği. Bizi kontrol altında tutan yapı çok karmaşık, aynı anda bir çok şeyi düşündürerek, kaldıramayacağımız kadar alternatifi önümüze bir kerede sunarak bizleri seçim yapma sorunluluğundan kaçınır hale getiriyor. Üstelik bunu yaparken kendini tek bir taraf olarak konumlandırmak yerine, tüm taraflar kendisi olarak yapıyor, yani kendi anti-tezini kendi yaratan bir tez bizi boyunduruk altında tutan. Bu yapı kimimiz için tanrı, kimimiz için ideoloji, kimimiz için yaşam tarzı, kimimiz için kariyer, kimiz için aile, kimimiz için ahlak, çoğumuz için de bunların bir araya gelerek oluşturduğu çok daha büyük ve güçlü bir açmaz. Ama artık hepimizin içinde bir şüphe var, yaşadığımız hayatın sentetik kokusu hepimizin burunlarını rahatsız etmeye başladı. Her ne kadar bir çoğumuz halen gerçekleri aramaya ve onlarla yüzleşmeye çok uzak olsak da , devrim hızla yaklaşıyor.

Bu yazın tutsaklıktan bir haykırış aslında, bu yazın bize dayattıkları, inandırdıkları, öğrettikleri her şeyi acımasızca ve büyük bir öfkeyle sorgulayacak ve gerçeğe ulaşmaya çalışacak. Bunu yaparken tamamen kaybolma riskini muhafaza edecek. Zaten sahip olduğumuz veya olduğumuzu sandığımız her şeyi kaybetme riskini almadan kurtuluş mümkün olamazdı. Unutmamalı ki tamamen kaybolup, öz kontrolünü tamamen yitirip, boşlukta asılı kalmak, ayağından görünmez zincirlerle bağlanmaktan yeğdir. Çünkü zaten kaybetmekten korktuğumuz öz kontrolümüz; zaten yok. Bu eksen de kaybetmekten korkmamız yersiz. Birinci aşamayı başarıyla aşıyoruz aslında, rahatlayabiliriz; dünyayı değiştirebilme gücü ancak kaybedecek hiçbir şeyimiz kalmadan sonra mümkün olabilir.

Geldiğimiz noktada kendimize dönüp bakarak başlamalıyız önce, kendimizi yerden yere vurmadan bizi kuşatan baskı alanını yerden yere vurmamız mümkün olmayacak çünkü; hepimiz kaybedenleriz. Sıkıcı ve işe yaramaz hayatlarımızın içinden çıkmak için bir ömür harcıyoruz. Hepimiz tercih yapabileceğimiz anı beklemek için yeterlilikler umarak, sahip olduğumuz tercih yapma hakkını görmezden gelerek zaman kaybediyoruz. Olmak istediğimiz zaman, olmak istediğimiz yer, olmak istediğimiz insan hayaliyle, yanlış yerde, yanlış zamanda, yanlış insanlarız. Hayat aslında bir kumar masası ve uzun vadede hepimiz kaybedenleriz. Bizlere bu masadan kalkmamamız için düşeş atan birilerini örnek gösteriyorlar. Oysa ki düşeş atanlar zar tutuyor, ve düşeş attığını iddia ederek bizim zar tutmamızı engelliyorlar. Birileri hayatın bizim kontrolümüzde olmadığını bize farketmeden, bilincimiz dışında belletirken kendimiz olmamızı engelliyor. Bazıları bulundukları yerleri hak etmediğinden, gerçek hak sahiplerinin bulunduklara yerlere gelmesi halinde bunun kendilerinin sonu olduğunu bildiğinden, yaşadığımız hayata mecbur olduğumuz ama bir gün şans bizi de bulursa onların sahip olduklarına sahip olabileceğimiz illüzyonunu yaratarak bizi masada tutuyor. Birileri cambaz oynatıyor ve bizi cambaza baktırıyor ve kontrolümüz altında her ne olduğunu düşünüyorsak işte o anda oluyor. Biz kurbanlarız...Avcı olduğumuzu zannettiğimiz bir habitatda avız aslında ve sessizce ve sinsice av olduğumuz midelerde bırakın etrafımızdakilerin farketmesini kendimiz bile farkına varmadan yavaş yavaş sindiriliyoruz.

İşin en tuhaf ve katastrofik yanı her şeyin merkezinde yine bizim kendimizin olması. Bizleri ufacık parçalara ayırarak sindiren bu mekanizma insanın kendi benlik özelliklerinden vücuda gelerek oluşuyor. Bu mekanizmayı çökertmenin tek yolu benliğimizi ortadan kaldırmaktan geçtiğinden hayli zor bir süreç olacak. Tüm inançlarımızdan, tüm öğrendiklerimizden, tüm olgularımızdan arınmak başta çok acı verecek. Beynimizin içinde kendimizi hapsettiğimiz hücrenin parmaklıkları kırılırken beyin zarımızı yırtıp, kafataslarımızı parçalayacak, bu parçalanmanın çatırtıları kulak zarlarımızı patlatacak ama sonunda ilk kez gerçekten nefes aldığımızı hissettiğimiz bir dünyada bulacağız kendimizi.