29 Ocak 2012 Pazar

BİTSE DE GİTSEK

Zaman ne kadar hızlı geçiyor değil mi?

Değil...

Geçmiyor!

Zaman öylece duruyor, geçip giden bizleriz. Zaman bir stand by gyro'dan farksız aslında. Nasıl aslında Stand by gyro sabitken uçak onun etrafında hareket edip, yere göre konumunu stand by gyro'dan okumamıza olanak veriyorsa, bizler de birer stand by gyro'yuz aslında, zamanla beraber sabit duruyoruz ve hayat etrafımızda hareket ederek, ömür çizgisi üzerindeki konumumuzu indike ediyor o kadar.

31 senedir aynı bedenin içindeyim ama hiçbir şey aynı değil hayatımda, her şey benden bağımsız olarak ve kontrolüm dışında sürekli değimiş ve değişiyor. Sanki boktan bir rüyanın içindeyim ve her uyandığım yeni bir rüya. Geçmişim sanki hiç yok gibi, hayatıma giren onca insan, onca dost, onca arkadaş... Sanki hiçbiri hiç olmamış gibi. Bazen aslında paranoid şizofren olduğum ihtimali üstüne uzun uzun düşünüyorum. Belki de bunca yıldır hep yalnızdım ve hayatımda ki herşey bir halisülasyondan ibaretti. Sürekliliği olmayan halisülasyonlardı sanki tüm sosyal ilişkilerim.

Dönüp arkama bakıyorum kocaman bir boşluk, kimseyi yanımda getirememişim bugünüme, o kadar uzak ki herkesle anılarım, hiç olmamış olmalarından farksız varlıkları.

Ömür çizgisi üzerinde nerede miyim? Tam orta yerde, geriye dönemeyecek kadar uzak, ileriye baktığımda beni bekleyen bir şey olmadığını görebilecek kadar ortada.

Hayatım bir film olsa sanırım 15inci dakikasında terk ettiğim ilk film olurdu. Bazen o kadar sıkılıyorum ki, sıkıntım bile hayatımdan daha ilginç ve eğlenceli olabiliyor.

Çok fazla zamanım kalmadığımı biliyorum, insan ömrünün son evresi, ölüme yakın olduğu evre yani, ne zaman öleceğini beklemekle, hatta sağlık sorunları nedeniyle ki yaşadığım boktan hayat sebebiyle bir çoğuyla yakında tanışmaya başlıyacağım kesin, "ölsek de bitse" artık diyerek geçiyor ya da en azından öyle olmalı.

Bugün tek başıma Kadıköy sokaklarında gezerken, ambulansa götürülmekte olan bir kadınla karşılaştım. Önümden sedyeyle geçerken, bıkkınlık ve bunalmışlıkla karışık sesler çıkarıyordu. Ellerim ceplerimde yoluam devam ederken, işte ölümü oldukça yaklaşmış biri, eski sağlığını çok özlemiş, kavuşmayı çok istiyor ama bir yandan da geçtiği çizgiden sonra artık bir daha hiç bir zaman sağlıklı olmayacağını biliyor diye düşündüm. O evre de ne isteyebilir ki artık insan; bitse de gitsek...

Hep çok fazla pişmanlık yaşayacağımı düşünürdüm o evreye geldiğimde, yapmadıklarımı düşünerek zamanı geri döndürmeyi çaresizce isteyeceğimi öngörürdüm. Ama şimdi biliyorum ki hayat içinde evreler atlandıkça, istekerle ve beklentiler de bir bir yok oluyor. Şu an bana sorsalar imkanın olsa hayatının hangi evresine dönüp, neler yapmak isterdin diye, cevabım sessizlik olur. Çünkü hiç bir hayalim, hiç bir umudum yok. Çok depresif bir cümle gibi gelebilir ama değil aslında, hiçbir pişmanlığım da yok çünkü. Geçmişim pişman olamayacak kadar uzaklarda, sanki onca şeyi ben yaşamamışım gibi. Bir bilgisayar oyununda, bölümlerde ilerledikçe, hiç bir şeyin başlardaki bölümler kadar zevk vermediğini farkettiğiniz anı bilir misiniz ve başlardaki bölümleri de çoktan oynamış ve tüm sırlara vakıf olmuş olduğunuzdan, başa dönmenin de hiçbir şey ifade etmediği anı...

Neyse ki müzik hala keyiflendirebiliyor beni, sanırım onu da kaybettiğimde geriye hiçbir şey kalmayacak. Çünkü gözlerimi kapayıp, aslında bu kadar da yalnız ve umutsuz değilim diye düşünerek, şu anda olmak istediğim bir yer düşünüp, Gümüşlük'te bir rakı masasında buluyorum kendimi ve etrafım da olmasını istediğim insanları bir bir oturtup, sonra şöyle bir geriye çekilip bakınca, hiçbirinin uymadığını görüp, tüm hayali kaldırıyorum ortadan.

Evet sanırım kimsem yok...Olabildiğine, alabildiğine yalnızım...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder